16 Eylül 2015 Çarşamba

İnanmak

İnanmak dürtüsü insan için mühim bir olgu. Zamanla zedelenebilir, zedelenmesine rağmen yeşerebilir. Ben bunun özelinde karakterleri yargılayacak değilim. Yine de beni gerçekten anladığını iddia eden bir insanın bana inanmasını beklerim. Bu kardeşim de olabilir, eşim de. İnsan bazen elinde olmadan bir şeyler bekliyor. Bu huyumdan kurtulamadım. Çünkü ben birisi yoğurdun siyah olduğunu iddia ettiğinde ve ben onun beyaz olduğunu kanıtladığımda bile, ''ben onu hep siyah görüyordum'' sebebine dahi inanırım. Çünkü bana yalan söylüyorsa kendi bilir. Belki de kolay olanı seçerim ve inanırım. Yaptığı bir ayıp varsa, söylediği bir yalan varsa, ortaya çıktığı zaman ceremesini çekmeyi göze alarak inanırım. Bunun için de az yalan söylemeye çalışırım. Tuvaleti bulmak istediğiniz gibi bırakın.

Bunlardan güç alarak; benim söylediklerime de inanılmasını isterim. Hayatta iki şeye tahammül edemiyorum çünkü ben. Birisi anlaşılmamak -ki bu sıkça başıma gelir-, diğeri de inanılmayıp, yargılanmak. Bunu da son zamanlarda kazandım, şükürler olsun. Ortada inanılması gereken bir gerçek varsa ben buna inanması için insanları zorlamam. Bir insana 'ben bunu yapmadım' diye yalvarmak karakterini ezmektir yani. Neresinden baksan da saçma. İnsanın bakış açısının değişmeyeceğine, kendisinin bir şeyleri idrak etmesi gerektiğine inanırım hep. Bu yüzden de bir şeyle yargılandığım zaman sadece bekliyorum. Bekliyorum çünkü birisi bunu biliyor ve sonucu gerektiği gibi olacak. Yine, ''ben'' böyle inanırım en azından. Bir şey söylüyorsam eğer, beyniniz ısrarla aksini söylüyorsa dahi bana inanmanızı beklerim. Beklerim yani. Çünkü bence ikili ilişkiler bunu gerektirir. Eşini bir ay evde bıraktığın zaman döndüğünde komşundan şüphelenmek gibi bir şey bu. Bunun da olasılığı elbet vardır ama dünyadaki her şey olasılıklardan ibarettir zaten. Her şey olabilir, aklınıza gelebilecek her şey. Tüm bu olasılıkların tek bir çıkış kapısı var işte; inanmak.

Ve bu inanmak denen şeyi sağlamak için konuşmak bana inanılmaz saçma geliyor ama konuşuyorum muhakkak. İnsanın bir davranış biçimi vardır. Bu sana ya güven verir, yahut her şeyi daha kötüye götürür. Ortası yok bunun. Birisine güvenebilmen için sana bir şeyler söylemesine gerek yok yani. Bir cümleyi on kere tekrar ettiğinde kimse durup da 'ulan on kez söyledi, belki de doğrudur' diye düşünmüyor ama sen yine de konuşuyorsun. Çünkü karakterin. Çünkü korkuların ve kaygıların. İnsanın hayatını çekip çeviren şey korkuları ve kaygıları aslında. Başka hiçbir şey değil. Dinin de, sevdiğin bir şeyin de temeli aidiyet ve korkuya dayanır. Dallanıp budaklanmalarını saymıyorum. Tüm bunların saçma olduğunu bilerek, ''Ne yapıyorum ulan ben? Nelerle uğraşıyorum?'' dediğin an her şeyin çözüleceğini bilerek konuşuyorsun hala daha. Onları sormuyorsun ama. Çünkü boktan karakterin. Oturup köşene çekilmen gereken yerde ortaya çıkan karakterin. Amaların, ısrarların. Hepsine güzel bir küfür hazırlayıp, derin bir nefes alacaksın sadece. Ve en yakın deniz manzarasına inip yaşamaya devam edeceksin. Çünkü insan bir şekilde devam eder. Tüm her şeye olan saygından, kıyamamandan ve inancından. Küfrü de etmeyeceksin. İçine de atman gerek çünkü.

Çünkü her şey aynı yere çıkıyor sonuçta di mi? Ama benim karakterim böyleye. Çıkış kapısı yahut aslolan geçiş. Beni ilgilendirmez. 'Ben buyum ve elimden gelen bu' insanı olamamanın belasını ömrün boyunca çektin, çekeceksin de. Hep 'bir adım daha atsam'ın olasılığını kovaladım çünkü. Şairi mi suçlasam bilemiyorum. Ve her seferinde bir adım daha attım. Bir adım daha atmasaydım düzelmeyecek olan şeyler de düzeldi bu sayede, bir adım daha atmasaydım daha da boka batmayacak olan şeyler de oldu. Muhakkak hayat böyle. Belki de beklesen de, bir adım atsan da elinde kalan şeyin sağlaması aynı olacaktı. İlkokulda bile sağlama yapmayı sevmezdim. Bulduğum sonucun doğru olduğuna inanarak büyüdüm ben. Bilemiyorum. Bilemediğim için de yaşıyorum.

Çok seviyor insanlar şunu denemeyi; ben buyum. Ben de buyum; gerizekalıyım, zaman zaman mutluyum.

14 Eylül 2015 Pazartesi

Şafak: 8

İnsanın en bütün olduğunu hissettiğinden kendini uzak hissetmesi korkunç bir duygu. Yani su içsen bile ufak bir memnuniyetsizlik oluşuyor sanki. Sadece hissedenin anlayabileceği garip duygu. 

Ben sadece uyanalım ve yapmaya heveslendiğimiz ilk şey için zaman sayalım istiyorum. Hiçbir uzaklık tek noktanın ayrılmasıyla olmaz, onu da biliyoruz. Çalışmak insanları erteleyen ve her şeyi öldüren bir illet bunu da öğrendik. Biz ne zaman yaşayacağız? Akşam yemeğinden sonra. İşte tam da bu yüzden, karanlıkta bir gül açarken, şarkı çalarken dört nala sarılmak lazım. Aynı şairlere tutunmak, aklın zorladığı kötü olasılıklara inanmamak, en yakın konseri düşünmek, en lezzetli keki hayal etmek ve hediyelerini merak etmek lazım. 

Ben seninle her konuştuğumda yeni bir iş buluyorum. Bazen gözlerim doluyor. Sana beklediğinden daha fazla yazıyorum ama sadece ben biliyorum. Her şeyi halledebiliyorum ama. Önemli olan da bu. 

Bazen kendimi sana bile anlatamıyorum. İşte asıl eziyet o zaman başlıyor. Ben utanmayıp çarşambaya gün sayıyorum. 

Ne güzel demiş şair; 

"Çarpıştık bir kere. Olabilecek tüm planlarımsın."