23 Mart 2013 Cumartesi

Şekersiz Çay ve İyi İnsan Olabilmek Üzerine



Her zaman olduğu gibi yatağa bir sürü düşünceyle girmiştim. Uyumak, öncesi olduğu için güzeldir. Uyumadan önce kahraman olabilir, okulunuzu bitirebilir, ailenizi sevebilir ve aşık olabilirsiniz. İstediğim her şeyi sadece benim bilebileceğim kadar çok düşünüp, hepsini unutarak uyudum.

Evin babasının bulunduğu kahvaltılar özeldir. Evde kaynağı olmayan bir neşe ve her daim sucuklu yumurta vardır. Sen günleri unutmaya çalışsan da kokusu uyandırır seni. Bilirsin günü ve yapılması gerekeni. Her yaşımda, beklenmeyen ve asi bir çocuk olduğumdan bildiğim şeyleri uygulamayı pek beceremedim. Uyandıramazlarsa da, sofra kalkmadan kahvaltıya gitmem mutluluk sebebi sayılırdı mesela.

O gün erken kalktım. Telefonumdaki mesajı gördüm. Okumadan attım kenara. Penceremin tam köşesinde biten perdeyi aralayıp karşıdaki pembe - beyaz binaya ilk kez görüyormuş gibi baktım. Sokağın gözüken kısmında yine aynı çocuklar vardı. Yine bizim oynadığımız oyunları oynamıyorlardı ve yine azlardı. Kardeşimin gür sesinden ve kokulardan tanıdım Pazar gününü. Babam çıplak çıkmama kızar diye; beş liraya alınan ve hayat kurtaran penyelerimden birini alıp geçtim balkona. Hayatımın ufak bir kısmı haricinde gündüzleri asık suratlı uyanırım. Zaten genelde, dışarıda olduğum saçma neşeli adamı eve yansıtamam. İşte, benim gibi adamlar babalarını ne kadar sevdiğini gösterebilmek için evlilik öncesi konuşmasını beklerler. O yüzden de çok hevesle aşık olurlar.

Babam o sabah belediyeyi öven şeyler söyledi, ben de siyasi karikatür dergilerinden görüp özendiğim kalıp cümleleri kurdum. Kimsenin tarif edemeyeceği o gerginliği yaşamak baba ve oğula çok yakışır. Hiçbir erkek çocuk babasının istediği adam olamaz zaten. Ben de olamadım. Yine de annemin çayı kaç şekerli içtiğimi bilmesini istedim. Çünkü çok sevdiğim bir arkadaşım, ‘’Dünyada seni en çok seven kadın çayı kaç şekerli içtiğini bilen kadındır’’ derdi. Annem yüzündeki Pazar’a özgü gülümsemeyle içeri girdi ve ‘’Oğlum iki şeker attım çayına’’ dedi. Annelerle düğünden önce konuşulmaz diye O’na tam oracıkta gülümsedim. Dünyada sizi en çok sevdiğini düşündüğünüz kadından ne isterseniz onu istedim ben de: Salakça bir şeyden bunun karşılığının benim için ne olduğunu anlamasını.

Yemeğin ağırlığıyla odama girdiğimde yapmam gereken şeylerin fazlalığı aklıma geldi ve yatağa geri döndüm. Yatakta uzanırken dinlenen şarkılar hiç olmadığı kadar güzel olur ya, öyle hevesli dinledim hepsini. Bazı şarkıları eskiden niye sevmediğimi anlamanın acısını çektim yine. Olanlarla alakası yoktu hiçbir şeyin, sadece şarkılara kızdım. Kendime de kızmadım çünkü anlayabilseydim severdim. Kendimi suçlayabildiğim bir dönemde de değildim ayrıca. O günlerde şarkı dinlemek iyi olmuyordu. Okulu ne zaman bitireceğimi, bugün gördüğüm kızın saçının ne kadar güzel olduğunu ve artık çayı şekersiz içmem gerektiğini düşündüm. Hayatta en çok korktuğu şey unutulmak olan bir adam çayı şekersiz içmeliydi. Hemen o gün şekeri bırakmaya karar verdim. Sonra her şeyi ne kadar aceleye getirdiğimi, belki de bazen kaderimi yanlış seçtiğimi, insanların beton dediği şeylere gökdelen tadında anlamlar yüklediğimi ve sonra beton olduklarını unuttuğumu düşündüm. Tanışacağım ilk kızla, gittiğimiz ilk yemek fişini saklayacak kadar unutkan olduğumu bilerek düşündüm bunları. Yine aynı zaman için anlatacak çok şeyin biriktiğini bilerek düşündüm. Ayrıca annemin beni sevebilme hakkını elinden almak bana yakışmazdı. Hala daha iyi insan olabilmeye çalıştığım o günlerde, bu yükü kaldıramazdım.

Telefonumu attığım yerden aldım. Otuz tane mesaj atıp, gelecek bir mesajı beklerken, operatör ya da bir kampanya mesajı gelir de deliririm diye telefonu bir köşeye attığım lise yıllarım geldi aklıma. Artık hiç heyecanlanamadığımı fark ettim. Mesajı açtım.

‘’Takma kafana demiycem ama geçiyor bir zaman sonra, korkma.. Geçiyor da gidiyor da, biliyorum. İyi insan olmaya devam et yeter’’ yazıyordu. Ben ne yaşadığımı daha bir gece önce unutmuştum. Hatırlamak için de çok erkendi. Uyuyup uyanmalarım arasında geçen süreyi de bilmiyordum. Bildiğim tek şey iyi insan olabilmeye tutunmam gerektiğiydi. Beklenmeyen bir şeyle karşılaştığınızda kötü bir insan olduğunuzu düşünürsünüz. İşlemediğiniz suçlar üstlenir, beklenmeyeni yapanı korumaya devam edersiniz. İlk kahramanınız babanız size iyi insanların başına iyi şeyler geleceğini öğretmişti çünkü. Babanıza ilk kez o zaman kızarsınız. Hayatın her ayrıntısını size anlatamadığı için. Bunun anlatılmadan öğrenilmesi gerektiğini bilmek ağır gelir diye kızarsınız. Ben de kızmıştım, o yüzden iyi biliyorum. Anneme de kızdım ama çay konusunda sadece tek şeker düşürebildim. Ne kadar korkarsam korkayım, unutulmanın da mümkün olduğunu ve bazen güzel bile olduğunu anlayınca yaptım onu da.

Sonra o gece, bir sürü kadına aşık oldum. Hepsine çayı kaç şekerli içtiğimi anlattım. Hatırlayanlar oldu. Şekeri kendisi atıp getirenler bile oldu. Kadınların cesaretine hayranım. Bir sürü hata yaptım o gece. Bilerek de yaptım, bilmeyerek de yaptım. Bol bol söz verdim yine. ‘’Ben verdiğim sözleri tutarım’’ diye büyük konuştum yine. Söz verdiğin zaman, sadece kendine vermediğini unutarak yaptım bunları. Unutmadan yaşayamazsın çünkü. Unutmak sadece insanlara uygulanan bir diriliş şekli değildir. İnsanları da unutamazsın zaten. İnsanın kafası karışmak için vardır derler, fazla takılmamak lazım.

‘’İyi şeyler yaptığım dönemlerde kötü şeyler geldi başıma. Sonra iyi olmaya devam edebilmek için kötü şeyler yaptım. Farkında olsam bile farkında değildim. Kötü şeyler yaparken beni uyardığını ve benim göremediğimi de biliyorum. Bana kızamadığını da biliyorum. Bilen insan bunları yapmaz çünkü. Ben hala daha iyi olabileceğime inanırken bazı şeylerin nedensizce olabileceğine de inanmak zorunda kaldım. İşin kötü yanı; ben hala daha aptal gibi inanmak zorunda kaldım diye bitiriyorum cümlemi. Gerçekten de nedensiz şeyler olabildiğini anlamanın acısını yaşıyorum yani. En azından, tekrardan iyi bir insan olabilmeye çalışmayı hak ediyorum sanırım. Başka türlü aşık olunmuyor’’ yazdım. İletilip iletilmeyeceğini umursamadan bir kenara attım telefonu. Kalktım, yüzümü yıkadım. O malum kokudan günün Pazar olduğunu anlamıştım. ‘’Anne ben artık çayı tek şekerli içiyorum, haberin olsun’’ dedim. ‘’Bil istedim’’ diye de ekledim. Anneme olan sevgimi en açık o gün gösterebildim.

 --

Blogum Dergi, Mart sayısında yazdığım bir yazı bu. Burada da bulunsun. Yeni bir yazı daha yazacağım. Umuyorum yani.