31 Mayıs 2015 Pazar

Paris'te Akşam Kahvesi

''Bir gül kopar, tüm çiçekler ezilir''

Böyle başladı benim hikayem. Her insanın hikayesinin bir başlangıcı var ve bunu muhakkak sonradan anlıyor. Bir sürü nokta koyuyor, bir sürü ünlem koyuyor ama içindeki o asıl gereken noktayı hiç kendisi koyamıyor. Cefası, sefası, sancısı hepsiyle birlikte bir gün anlıyor ve sonradan, makul bir zaman geçince ''benim hikayem burada başlamış, sonradan anladım'' diyebiliyor ancak.

Ben hikayemin başlamış olduğunu basit bir fışkiyenin önünden geçerken fark ettim. Eski zamanlardaki gibi, anneme bağırıp da sonra özür dilemişim ve o beni affetmiş gibi, annem ile hala daha umursamazca ve güler yüzle konuşabilirmişim gibi hissettiğim bir an anladım.

Beni okuyanlar bilir; bir gece pencereyi açık bırakmamla başladı benim hikayem. Fonda çalan bir iki şarkı ile başladı. Metroya girmemle başladı, vapurdaki o çocuğa bir değil de, iki lira vermem ile başladı. -mış gibi'yi atmam ile başladı ama ben fışkiyenin önünden geçerken fark ettim. Işıldayan'ı bırakınca fark ettim.

Sorgulamaktan bahsederim hep. Hayatın getirdiği şeylere ''buymuş bahtıma düşen'' şeklinde bakamam. Olanları bir yere bağlayıp neden çıkartmak hayatta başarabildiğim nadir şeylerden birisidir. Bu yüzdendir ki uzun dönemler kötü bir insan olduğumu düşündüm. Mörfi, karma, kader her ne ise payıma düşen hiçbir şekilde düzgün işlemedi yani. İki, üç aylık suni mutluluk aralıklarım oldu ve sonrasında gelen uzun uzadıya bunalımlar. Ben şükretmeyi çok severim. İnsana elinde gerçekten de bir şeyler varmış hissi verir çünkü. Diğer türlü çıldırırsın. Yine de her mutluluğumun arkasında ufak bir soru işareti bırakma gereksinimi hissettim. On sekiz yaşımda, kendi kanımdan olan birisine, tüm ailenin önünde fırçayı basıp, yaptığı tüm şeyleri söyleyerek türk örf ve adetlerini delmişliğim de vardır ama ikili ilişkilerde doğal olmayı başaramadım hiç. Çünkü ben aklım erdiğinden beri yalnızlıktan korkan bir adam oldum. Vakti zamanında, Atatürk'ün de yalnızlıktan korktuğunu öğrenip gururlanmışlığım bile vardır. Sonuç olarak Atatürk'ün yalnız öldüğünü de aklım ermeye başlayınca öğrendim. Bunu bile bir yere bağlamış olabilirim. O derece hastalıklı bir kafam var. Her neyse, ne diyorduk? Doğal olmayı başaramadım. Ben nerede bir çift umut gördümse tuttum onu ''ulan belki de budur benim huzur noktam''a bağladım. İnsana her şeyin ''önceleri'' hoş gelir. Sonrasında da olayların oyun hamuru olmadığını anlarsın. Ne varsa elimde, bir şekilde istediğime dönüştürebileceğime olan inancım da uzun bir süre öncesine kadar devam ediyordu. Babam hep söyler, başıma ne gelirse bu gereksiz özgüvenimden gelir diye. Yani benim hayatım kahraman olmaya çalışmakla geçti. Bunu kendimin yapamayacağını eski evimizin yokuşunda, taksi durağının önünde anladım. Bütün dünya beni izliyordu.

Yirmi yaşını geçmiş ve çağımızda yaşayan ortalama bir genç kesin olarak büyük bir boşluğa düşüyor. Dünyanın etrafında döndüğü, yaşamsal faaliyetleri hariç etrafında olan hiçbir şeyin umrunda olmadığı ama ufak ama büyük bir dönem yaşıyor. Benim de etrafımda adam ölse, elimi uzatma eylemini beynime gönderemeyeceğim dönemlerim oldu. Gerçek olanın bu olduğunu da o zaman anlıyorsunuz işte. O adamın ölmesi senin için önemli değilse, elini de uzatmaman gerektiğini o zaman anlıyorsun. Toplumun yargılarının, senin kafandaki çatışmaların hepsinin boş olduğunu o zaman anlıyorsun. ''Ben de kötü bir insan olayım ulan o zaman'' da diyebilirsin pek tabii. Lisedeki felsefe hocamızın aralıksız bir şekilde ''kime göre? neye göre?'' cümlelerini söylemeleri geliyor aklıma. Hızlı trenin askerlik yaptığım birliğin yanından geçmeleri geliyor. Bir şekilde yine kesişebilmemiz geliyor. Hiçbir şey yapman gerekmiyor aslında iyi insan olabilmek için.

Zamandan bahsettiğim yazılarım olmuştu. Yazarken gerekli, gereksiz bir çok şeyden bahsettim zaten. Yazılarımda bile doğal olamadığım zamanlar olmuştu yine. Yirmiye yakın yorum alan yazılarımın neredeyse hepsi kurmacaydı mesela. Hüznü çok seviyordu insanlar, ben de öyle. Hüzün tutuyordu yani. Zamandan bahsettiklerim gerçekti ama. Bu da içinde bolca hüzün barındırıyordu. Zamandan, beklerken bahsetmiştim çünkü. Bekleyen bir insan için zamanın önemini herhangi bir saat anlatamazken bahsetmiştim ve gerçekten zamanın hiçbir şeyi düzeltemeyeceğini düşündüğüm yıllardı. Dünyanı kurtardığım çok afilli arkadaşlarım oldu. Onlarla bile hızlandıramadığımız dakikalarımız olmuştu. Onlarla bile içinden çıkamadığımız düğümler için bekledim. Beklemek eylemini tek kişilik sandığım günlerdi. Askerdeyken bir sabah kalkıp, hiç sırası değilken kırk satır umut mesajı okurken anladım tanımın aslını. Edirne'ye giden bir otobüste Ezginin Günlüğü çalmasını ve tam o sırada kafanda iki insanın hiç gereği yokken mutlu olmasını açıklayabilecek elle tutulur bir sebep aramadım hiç. Kendimle ne kadar çelişiyorum eğer gerekirse? İki farklı çizgide, aramın iki farklı şehir kadar uzak ama iki açık kol kadar paralalel olduğunu bildiğim için beklemişim. Bunu da Beşiktaş'ta yürürken anladım. Işıldayan orada doğmuştu. Siz bilemezsiniz.

Siz bilmezsiniz. Ben bir gece hiç beklemediğim bir ses ile uyandım. Çok geç yatmama ve telefonumu kendi hür irademle sessize almış olmama rağmen uyandım. Böyle nasıl anlatılır bilemediğim zamanlar olmuştu. Gerçek bir şeyi anlatmayalı o kadar uzun süre olmuşken, buna birazcık hakkım vardır belki. İşte o zamanlar, bahsettiğim herhangi bir başın omzuma düşmesi için yalvardığım zamanların, Allah'a dua ederken ''hala daha'' kelimesini kullanabilmenin karşılığını bir şekilde aldığım zamanlardı. O gün sanki yazdığım her şey boşa çıktı. Bunun nasıl büyük bir şaşkınlık olduğunu siz bilmezsiniz. Bir zaman sonra, kendi içinden, hakikaten gerçek olan bir şeylerin gelmesi için dua ettiğin ama bunu kendi içine bile inandıramadığın noktadayken, insan hayatı hep böyle devam edecekmiş gibi hisseder. Neredeyse Batman'in neredeysesini atarken bunu anladım. Siz hakikaten bilemezsiniz.

İşte siz yine bilmezsiniz, ben bir gün fışkiyenin yanından geçiyordum. Mevsim normallerinin altında bir sıcaklık vardı. Üzerime yeteri kadar kalın bir şey almamıştım. Ayağımda en sevdiğim ayakkabım, kulağımda en sevdiğim ses vardı. Karşıdan sarhoş bir adam geliyordu. Biraz ilerideki köşeden taksi çağırmışlığımız vardı. Bunu neden düşündüğümü hiç düşünmeden yürüyordum. Bir yandan da belki de, cidden, bir ihtimal, hakikaten iyi bir adam olabilmeyi başardığımı düşündüm. Belki bir dönem, belki bir dönem birisi için iyi bir şey yapmıştım ben.

''Ütopyalar güzeldi''r işte. Ben demiştim. Siz bilmezsiniz ama ben demiştim. Bir vapur dumanını, bir deli gibi beklerken demiştim.

Bir vapur dumanıyla sanki gelecek gibi cümlesini aldım. Sankisini attım, zamanını değiştirdim. Şimdi çok huzurluyum. Şimdi hiç olmadığım kadar huzurluyum.

Herkes için iyi insan olabilmek imkansız.

Yine de birisine göre iyi olabilmeli insan. Birisinin kahramanı olabilmeli.

--

Bu tablonun ne olduğunu siz bilmeseniz de olur ama yazıyı tekrar okuyacaksınız bu şarkıyı dinlemezseniz olmaz.