5 Ağustos 2012 Pazar

Dünden Bugüne Eren'in Karikatür Tarihi


Benim karikatür geçmişim lise yıllarına dayanır. Sıra arkadaşım nerede garip ve kimsenin okumadığı karikatür dergisi bulsa alıp getirirdi. Ortamların komik adamı olmaya çalıştığımız yıllar işte, çok tehlikeli. O dönemler hiç hevesim yoktu bu işlere. Arkadaş iyiden iyiye gazı verip bir şekilde başlattı bizi. Bir gün bahsettiği dergiler içerisinden birisini seçip aldım. İlk aldığım dergi Kemik'tir. Annem atmadıysa eğer duruyordu ki bunun çok düşük bir ihtimal olduğunu biliyorum. Dergiyi pek beğenmemiştim. Hatırladığım tek sahne de meşhur aşçı. Ayrıntılara girmeyeceğim, bilen bilir.

Yine de bir merak oluştu bende. Piyasada bu kadar farklı dergi varsa eğer illa ki birisi iyidir düşüncesiyle hepsine saldırdım. Dediğim gibi, arkadaşım zaten hepsini getiriyordu neredeyse -Murat'a selam olsun-. Daral ile Timsah için Leman okumaya başladım. Leman biraz daha ağırdı diğerlerine göre. O yaşlarda öyle şeyler okumak da pek bir karizmatik geliyordu. Siyasi görüşüm varmış gibi gösteriyordu falan. İyiydi yani. Sonra aylık Lemanyak almaya da başladım. Onların da hikayeleri hoştu. İsimlerini net hatırlayamamakla beraber pop şarkıcısı, dedektif ve bok şeklinde patlayan bir abimiz vardı. Hastasıydım. Bir de Leman'da bir abi vardı, hiç unutmam. ÖSS'de tüm soruları yanlış yapmaya çalışıyordu. Tüm sene bunun için çalıştı. Bildiğin çalıştı ki sorular hakkında bilgisi olsun da hepsini yanlış yapabilsin. Bütün sene bunun heyecanıyla beklemiştim ama pek tabii yapamamıştı. Sanırım iki doğrusu falan çıkmıştı, derin keder.

Sonradan Leman sıkmaya başladı. Uzun yazıların hepsini atladığımı fark ettim ve nihayetinde Penguen'e geçtim. Her satırını tek tek okuyordum. 'Ulan ben bunları nasıl ilk sayıdan itibaren takip etmem?' vicdan azabını çekerken Penguen'in bölündüğü haberini aldık. Evladım kesilmiş kadar üzülmüştüm. 'Acaba ne üzerine kavga ettiler, kız mevzusu mu?' gibi sorularla çarpışırken Uykusuz dergisinin çıkacağını öğrendim. O dönem hızlı geçti zaten ve biz yarım kalan Penguen ile idare ederken Uykusuz çıktı. 

Dönemin popüler adamı Engin Günaydın'ın da köşesi vardı. Kendi de ne yaptığını pek anlamıyor olacakti ki bıraktı. Sonra dergi yavaş yavaş şekillenmeye başladı ve bana da fırsat doğdu. Hayatında hiçbir şeyi tam olarak biriktirememiş bir çocuk olan Eren Uykusuz'un ilk sayısından itibaren tüm sayıları almaya başladı. Annemlere köye tatile gittiğimizde dergiyi bulamıyordum, arkadaşlarıma aldırtıyordum. O derece takmıştım kafayı. Yaklaşık yüz sayı kadar bu böyle gitti. Hatta ilk elli sayı kadar Penguen ve Uykusuz'u beraber alıyordum. Sonra ne mi oldu? Birden soğudum. Bir kaç ay dergi almamaya başladım. İşte bildiğiniz Eren bu! 

O arada uzun bir süre geçti ama ben son bir yıldır tekrar sendeleye sendeleye takip etmeye başladım. Dün aylardır yine almadığımı fark ettim ve 'Yeter ulan, tekrardan düzenli almaya başlayayım bari. Ben ne güzel bir karikatür okuyucusuydum.' dedim. Bu yazıyı da Uykusuz'un 257. sayısını devirdiğini öğrenmemle yazma kararı aldım.

Aslında ilk başta yazının başlığı ''Uykusuz'dan Notlar'' olarak belirlenmişti ama böyle kısaca nereden alıştık, nasıl gitti anlatayım dedim.

--

Neyse, işin aslında gelelim. İki ay sonra elime aldığım Uykusuz'a hayal kırıklığıyla başladım. Cihan Ceylan 'kısmen' yeni çizerlerin arasında en çok beğendiğim adamlardan biriydi. Bu haftaya özel midir bilemem ama aşırı amatör ve kötüydü köşesi. Bu herif her zaman orjinal şeyler bulup beni güldürmüştür. Resmen somurtarak okudum köşeyi. Hele son karikatür falan rezaletti. Niye böyle oldu bilmiyorum. Vedat Reis bıraktığımız gibi. İlham kaynağı, yaşam enerjisi. Uğur Gürsoy çizgisi zaten hiç değişmiyor. Nemi seven adam ağlattı. Yiğit Özgür çok bozdu örgütüne asla üye olmadım, daima güzel. Alpay Erdam abim gibi. Fırat Budacı'ya asla ısınamadım. Otis Abi heykeli dikilecek adam. Ersin Karabulut istediği her şeyi çizebilir ama Oky mümkünse Çarpışma'dan başka bir şey çizmesin, rica ediyorum. Umut Sarıkaya ise olmak istediğim adam. Bir çizer ne kadar sevilebilirse o kadar seviyorum bu adamı. Berbat çizimi ise daha çok ısınmamı sağlıyor. Düzgün olmayan şeyleri severim, huyumdur. Son olarak İltem Dilek ismini ilk kez duydum ama espriler gayet orjinaldi, sıkı takipçisiyim.

Uykusuz'dan kısa kısa bahsetmek gerekirse durum budur. Aklım ermeye başlayıp anneme: ''Atma şunları yahu, biriktireyim'' fikrini benimsetebildiğim andan itibaren elimde bayağı bir dergi var. İleride çocuğuma çok pis hava atarım, affetmem. Bunun yanında Uykusuz'un özel yaz sayısını da Pucca'yı dergiye almaları ve yazı yazdırmaları halinden ötürü asla unutmam. En görünen yerde saklıyorum. İbret olsun herkese. Hayatta her şey mümkün!