27 Haziran 2015 Cumartesi

I'ya #2

Sevgili I,

Yazarların sevdiği kadınlara yazdıkları mektupları ne kadar sevdiğini bildiğimden değil, içimden sana bir şeyler yazmak geldiğinden başlatmıştım bu köşeyi. Oradan buradan olmasın, sadece sana odaklansın diye. Zaten ben yazar değilim. Olmak isterdim ama değilim. Sen öyle olabileceğimi iddia edersin, ben yalnızca mutlu olurum. O zaman ben yazar olurum.

Malum mektuptan sonraki ilk buluşmamızda bakkala girdim. Yazılarımı ne kadar hevesli okuduğunu, henüz tanışmamışken bile karşıma geçip konuşmak istediğini söylerdin. Sırf bunun için bile yazar insan değil mi? Neyse, böyle dikkatli bir okuyucu ile karşı karşıya kaldığında afallıyor insan. Su almaya girdim, yine malum çelişkiye düştüm. Bir dakika sonra ''bakıyorum da çikolata almamışsın'' cümlesi duymamla birlikte, seni neden beklediğimi bir kez daha anladım. Herkes herkesi dinler I, fakat kimse kimseyi duymaz. Kimse kimseyi anlamaz. Sen beni duydun. Yazılarımı duydun.

Sana ilk konuşmamızda söylemiştim. Kendimi mühendis, öğrenci yahut eğitimci olarak görmüyorum. Ben bir tek yazı yazarken ve basketbol oynarken kendimi doğalmış gibi hissederim. Sanki gerçekten bunları yapmak için doğmuşum gibi. Sanki tamamen mutlu olabilmek için ara sıra da olsa bunları yapmam gerekiyormuş gibi yani. Ve yine sen beni tanımıyorken bile hayatta en çok değer verdiğim şey olan cümlelerimi çok seviyordun. Bu da tam olarak şuraya bağlanıyor; geçmişi olmayan hikayeler o kadar da ilgi çekmez. Biz aynı dükkanların önünden geçip, aynı hava şartlarına sövüp hiç yüz yüze gelmemişiz. Olabilir mi böyle bir şey? Olmaz. Hayatında gerçekleşen her olayın, bir noktaya ulaşabilmek ve onu tam anlamıyla kanıksayabilmek adına gerçekleştiğini düşündüğün anlar vardır. İşte o zaman geçmiş devreye girer. Geçmişin vardır ve bir şeylere sebep olmuştur. Bunu sindirmek zor olsa da vardır. İşte biraz da böyle düşünmeli insan. Şu an kışı düşününce üşümüyorsun ama zamanı gelince üşüyeceksin. Bunun gibi. İçindeyken kahrolduğun her şey, sana yeni bir kapı açmış gibi. Sonunda hiçbir şey olmamış ama hepsi bulundukları yerde kalmış gibi. Biz seninle aynı yerlerde doğmadık ama aynı yerlerde büyüdük. Kim bulduğundan ayrı kaldığı seneler için gönül rahatlığıyla şükredebilir ki? O yüzden olana sarılmalı insan. 

Yanımda bir adam çikolata yiyor. Sen olsaydın nasıl da ayıplayacağımızı düşünerek mutlu oluyorum. Aynı aile şartlarında büyüyüp, aynı şeylere isyan eden iki çocuğun bunlarla dalga geçmesi de ironik belki. İşte bu da sadece bizi ilgilendiriyor. Aynı şeylerle dalga geçemeyen insanlar nasıl yaşıyor I? Metro'daki kadının sesini duyunca aynı anda gülmeyen insanlar yahut dudaklarını burnunun bir milimetre altından boyayan kızları görünce dalga geçmeyen insanlar cidden nasıl yaşıyor? 

Adam kola da açtı. Çanım çok çekti.

Buluştuğumuz ilk gün etrafımızı hep köpekler sarmıştı hatırlıyor musun? Kahramanlıklardan falan bahsetmiştik. Ben o gün bir kaç ay önce bir köpek tarafından ısırıldığım için dua etmiştim. Sen bilmezsin. Bir şeyler daha yapmalıyım diye içim içimi yerken kaçar gibi eve gittiğim de olmuştu, yine onu da bilmezsin. Yaptırdığım kuduz aşısından mütevellit senin yanında çok kuul durmuştum. Her şeyin gerçekten de bir sebebi var mı I? Bir köpek ısırığı adamı kahraman yapar mı? Bilmem. Yine de korktuğunu bile bile sana aynı ada etrafında yedi tur attırabilmek de bir kahramanlıktır I. Bence böyle.

''Gözlerimi böyle büyütünce çok mu korkunç oluyorum?'' deyişinle hatırlayacağım hep seni. O an ilk kez bakabilmiştim çünkü. Sonra Yusuf'un sözü gelmişti aklıma. Yüz yüzeyken söylerim. Birazdan söylerim. Seninle bir yerde kesişebilmek olasılığı ne yüce? O an sadece ''yoo'' demiştim. O an çoğu şeyi söyleyememiştim. O an ''sanki bir adım daha atsak her şey düzelecek'' dizesi yürürlüğe girmişti. 

Gideceğin yeri ötelemen ve vapur. Denizi hep neden bu kadar sevdiğimi merak ederdim yahut mavi'yi. Şairlerin mavisini, denizlerin mavisini ve bu saplantıyı. Sormak anlatmaz, anladığında anlıyorsun. 

Ve sanki hiçbir sorumluluğumuz yokmuş gibi. Sanki her şey bir metrekarelik alan içerisinde olup bitiyormuş gibi olmuştu. Kendi dünyamızı, kendi dilimizi oluşturmuştuk.

İşte bende durumlar hala böyle I, senin bir metre çapında çözülemeyecek hiçbir sıkıntı yok bana. İşimi değiştirebilirim, tekrar okula gidebilirim, zengin olabilirim, ikimize birer kombine alabilirim, her hafta yanına gelebilirim, seninle iftar açabilirim, seninle hiç tanımadığın bir köye kahvaltıya gidebilirim.

Sence yapabilir miyim? 

Birinin vereceği cevapları bilmenin ne kadar güzel olduğundan bahsetmiştim sana. Yalnızca sen anla.



5 Haziran 2015 Cuma

I'ya #1

Sevgili I,

Nereden tutarsam tutayım, benim mutluluk tanımım Kadıköy'den geçiyor. Hayatımın en mutlu senelerini yaşadığım lise yıllarımla başladı bu. Buna rağmen, kimseye itiraf edemesem de -sana da- Kadıköy'ü en çok yalnız gezerken sevmiştim. Çünkü belirli bir yaşa kadar evinden çıkmamış bir çocuk için fazla büyük ve fazla hayaldi. Hayalin gerçeğe dönüşmesi evresinde oluşan hayal kırıklığını hiç yaşamadım orada. Gerçeği de hayali kadar güzeldi. Akabinde, gerçeği hayali kadar güzel hatta daha güzel bir olgu geldi ve artık Kadıköy'ü yalnız sevemez oldum. Elimdeki en büyük, en güzel şeyi bilerek, isteyerek paylaştım.

Hayattaki en büyük gurur kaynaklarımdan birisi Kadıköy'de doğmaktır benim. Seninle de ilk görüşmemizde bu ayrıntıyı paylaşmıştım. Hatırlarsın. Çünkü senin henüz yüzünü görmemişken bile elitlik ve aristokratlık üzerinden dönen konuşmalarımız olmuştu. Bunlardan ötürü müdür bilinmez, hep çok kuvvetli durdun dışarıdan gözüme. Var olduğun gibi olmaktan bahsediyorum yani. Hiçbir fırça, hiçbir kalem darbesine gerek duymadan var olmak. Tam olarak istediğim şekilde, çok önceden çizilmiş. Üzerine bir sürü hamle yapılmış ama anlamı hiç kaybolmamış. Ondandır bazen gıcıklığımı alıp rafa kaldırmam. Birisi görse tanıyamaz, olsun.

Bahse konu gıcıklığımı seninle henüz ilk görüşümde tanıştırmıştım. Aksi bir adam olmaktan korkar, günün sonunda hep onu olurum. Hele kafamda ufak bir soru işareti varsa, çekilmem. Sen neden çektin? Sana boş boş bakan bir adamı vapura binmeye teklif etmek hangi içsel dürtünün çıkarımıydı? Bunca sene boşuna gezmedik tesadüf yoktur diye. Bir yerde, bu dünyanın çarkı da bir kere fazla dönecek diye. Dünyanın çarkı ilk hamlesini, sana utanmadan bakabildiğim o meşhur anda yaptı. Bilirsin, liseden beri ilk tanıştığım insanlara uzunca bakamam. Birisine ''bilirsin'' ile başlayan cümleler kurabilmenin insan üzerinde rahatlatıcı, huzur verici etkisinden bahsetmiş miydim? Öğrenmiş oldun. İyi ki varsın yerine, iyi ki biliyorsun demeli belki de insan. İyi ki biliyorsun.

Kadıköy'e ilk gidişimizi hiçbir zaman unutmayacağım, burası bir köşede kalsın. Dört tarafı karalarla çevrili bir berrak su parçasını keşfetmeye çalışmak nasıl bir şeydir bilir misin? Zor. Merak, heves, korku, telaş hepsi bir arada. Yıllarca kafanda kurduğun objenin sana, sen sormadan bir şeyler anlatması? Bunu bilirsin. Bana bazen çok geveze olduğumu, bazen hiç konuşmadığımı söylersin. Yine de, çenemin bağının nasıl yok olduğunu bir ben bilirim. Sen bunca hayal kırıklığı arasında, hala daha farkında olmadan yetinememen ile güzelsin. Onca eskimiş, tamamen kış kokan hikayelerinle. Sallandığın o salıncak ile, geriye dönmeye yeltendiğin ama ileriye doğru gittiğin bisiklet sürme anın ile, büyüdüğün ev ve elinden hiç düşürmediğin çikolatan ile güzelsin. O yüzdendir ki her markete girdiğimde bir çikolata alasım gelir. Seninle su aldığımda bile, çikolata almadığım için üzülürüm. Sen bilmezsin. Aklıma tam bu sırada ''O gelince küsmeli: Neredeydin bunca zaman/ Niye sevmedin beni/ Küsecek kimsem yoktu/ demeli'' mısraları geldi. Benim aklıma çok alakasız zamanlarda acayip şeyler gelir. Bunu anlayacağını ve seviyor olduğunu bilmek ne hoş.

Bir de yanında cahil kalmalarımdan bahsetmesek olmaz. Binaların kubbelerini, kemerlerini anlatırkenki sanatkar ruhun; ufak bir çocuğa dönüşen ben. Sende aniden beliren anne şefkati. Gerizekalıya anlatır gibi anlattığın ayrıntıları unuttuğum için üzgünüm. Benim nasıl hevesli bir gerizekalı olduğumu bilirsin. Sana bir binaya düşen yük başına gerilim miktarını anlatamadığım için beni anlayamayacağından korkuyorum. Yine de sen genelde anlarsın. Ben ise bir aralar kendimi ''ben genel olarak anlamıyorum'' cümlesiyle anlatırdım. Şimdi seni anladığımı söylüyorsun. İnanıyorum. Yoğurt siyahtır dersen, oturup düşüneceğimi söylemiştim. Ciddiydim.

Genel olarak ciddi değilimdir, hiçbir şeyi de umursamam fakat senin ciddiyetin hayatın geriye kalan anlamı gibi. Benim çalışırken yahut yeni bir kişiyle tanışırkenki katılığım gibi bir ciddiyet değil. Benim ile ilgili olan her şeyin aslında özünde, senin tarafından, ciddi bir şeye dokunmasıyla alakalı bir durum bu. Yani benim gibi her şeye anlam yüklemek değil, aslında anlamı olmak. Benim hayat özetim budur. Yüklenmeye çalışılan anlamlardan sonra, yüklenmiş bir anlamın bulunmasının verdiği şaşkınlık.

Sen yoktun, ben bir söz vermiştim. Böyle bir şey hissedersem Kadıköy'deki o demire yaslanıp, kaçma pozisyonu alarak koşacaktım. Olmadı.

Fakat sana söz veriyorum; Kadıköy bizim. Hiç olmadığı kadar, başka kimsenin olamayacağı kadar Kadıköy bizim çünkü ben seni orada tanıdım. Sen de sanki yirmi küsür sene sonra tekrar Kadıköy'de doğdun.

Aynı yerde doğmuş olalım mı?