"Denge arayışı içinde olan biriyim''
Ne zaman düşünsem, kendimi birden Sakarya Tren İstasyonu'nda buluyorum. Yılın ilk karı yağmış. Bana, nereden baksam ömrümün ilk karı gibi geliyor. Her gün isyan ederek, lanetler yağdırarak geçtiğim kırmızı, mavi üçgen kaldırım desenlerinin üzerine bilgece bir dikkatle basıyorum. Sanki o gün onların bile dizilişi farklı. Bir şeyler anlatmaya çalışıyorlar. Çünkü Melahat'ı arıyorum. Her kar yağdığında, standart bir Türk vatandaşının dinleyebileceği en basit şarkılardan birisi çalıyor kulaklarımda. Melahat tavsiye etmiş. O günden sonra o şarkıyı bir daha hiç dinlemiyorum. Doğal olarak, özel oluyor. Genel olarak, her şeyi çabucak özel yaptığımı söylüyorlar.
Olaylar tıkırında giderken yazacak güzel bir şey bulmak benim gibi adamlar için çok zorlayıcıdır. Melahat o gün yazıya ben istemeden dahil oldu. Zorla dahil oldu. Kırk yıllık ve ilk kez fark edilmiş bir ağaç gibi. Bilinen her gün aynı yerden kalkıp da ilk kez o gün göze çarpan bir kuş gibi. Yazı yazma isteğim de işte böyle var oldu. İstemeden.
Hakikaten güzel yağıyordu kar ve bir şeyleri güzel bulmayalı epeyce sene geçmişti.
Çirkin bir adam, güzel bir kadını sevdiğinde dünyanın gözle görülür kıyametlerinin en belirgini kopar. Renksiz bir adamın var olduğunu anlaması ve parlayacak bir kıyı bulması ne demektir, bunu yalnızca dengeyi bozan çirkinler bilir. Ve bu çirkinler yine bilir ki, dünyanın dengesi bozulmamak üzere kurulmuş. Sen bir yerinden çekip, oldurduğun bir çıkıntıya takmayı becerebilecek gibi olsan da o denge gerektiği zamanda, gerekmeyecek kadar sert bir şekilde dengeyi sağlamak adına senin tüm organlarına asılır. Ama yine de var olmak güzeldir. Fark edilmek güzeldir. Bazı insanlar sadece fark edilebilmek için yaşar. Bazı insanlar sadece ''ama yine de..'' diyerek cümle kurabilmek için yaşar.
Geçip giden günlerde Melahat'ı genel olarak hiç anlayamadım. Kendini anlatmayı da pek sevmezdi. Ben ise kendimi anlatmayı severdim. Bayılırdım. Ya da çok severdim. Bir insanı tam olarak anlayabilmek için karşılıklı sevişmek gerektiğine kanaat getirdiğim günlerin tam ortasındaydım. Melahat sanki beni yalnızca bir süre sevmişti. Çok evvel zamanda. Sonra da sever gibi olmuştu. ''Neden?'' sorusunun lugatından kalktığı, kalkmak zorunda olduğu bazı anlar vardır. İkimiz de buna ikna olmuş gibi yaptık. Hayat ikna olmak zorunda kalmalardan oluşuyor zaten.
Melahat adında bir kadını sevmenin ağırlığı yeteri kadar yük bindiriyorken, dönemsel bir duyguya dayanamayacak kadar halsiz hissediyordum. İnanacak bir yalan arıyordum. Ustalıkla da buluyordum. Kendimi iyi kandırdığımı da söylerler.
Bir şeyleri güzel bulabilmeye tekrar başlamak neresinden baksan boku tekrar yemeye başladığına işarettir. Çünkü insan anlatabilecek bir hikaye bırakmak için yaşar demiştik. Anlatılabilecek bir hikaye bırakmanın makul yollarının hepsinde beklenmeyen bir acı, beklenmeyen bir hayal kırıklığı ve yıllarını heba etmiş bir kırgınlık vardır. Baştan aşağıya mutlu bir hikayeyi kime dinletebilirsin? Dinletecek adam bulsan bile, sen anlatmak istemezsin. Askerlik sonrası evin halısına basmanın bile verdiği özgürlük hissi gibi bir şey bu. Hayatının belirli bir dönemi hissiz ve halsiz geçecek ki bir şeyleri tekrar güzel bulabilmeye başladığında, kalemi tekrar eline alabildiğini göresin. Sonra da onu elinden alıp, neyse.
Kalemi eline tekrar almak; denge arayışı içerisinde, sorgulayan bir adam olan çirkin için -haddi olmayarak- yüz hatları kalemle çizilmiş bir kadını tanımak demektir. Çirkinliğini unutmak demektir. Haddini bilememek demektir. Yamuk burnu hem yamuk kalsın demektir. Kendi olsun demektir. Ne büyük bir olanak.
''Zaman bir ilaç değil, bilakis bir cezadır''
Gün gelir, hayattaki her kavram iç içe girer. Aylardır anlatmaya çalışıyordum; -altı aylık ara hariç değil- beklemek, istemek, zaman. Sen neresinden tutmak istiyorsan orasından al. Evrenin tüm dengelerine aykırı bu çarpışma olayı senin hayata karşı çıkman anlamına gelebilir. Melahat diye güzel bir kadın mı olur? Olabilir. X adında çirkin bir adam? İstemediğin kadar. Yıllardır oturtmaya çalıştığın ''hayatın, herkesin dediği bu kadar basit şeye boyun eğmeyeceğim'' bakışının en canlı örneğidir. Çünkü dengeyi bozmuşsundur. Haddini bilmek istememişsindir ve nihayetinde hayatın sana verdiği tepkiyi kabul etmek zorundasındır. İnsan ne yaparsa sonucunu düşünerek yapar. Bazen bunu inkar etmek isteyebilir. Aksini söyleyenlere inanıp kendinizi gaza getirmeyin. Nil Karaibrahimgil de bu kümeye dahil.
Denge bir yerde muhakkak bozulur. Oraların şarkıları ''Superman olmak lazım bazen'' diyebilir. Siz her yeri çocuk aklınızdaki Batman fotoğrafları ile süsleyebilirsiniz. Hatta Batman figürlü anahtarlıklar alıp, içinizden ''Durma, kendini hatırlat'' dizelerine bir selam çakabilirsiniz. Yine yüzü kalemle çizilmiş bir kadına doğru gelen arabayı tutup karşı şeride atabilirsiniz. Yahut kızı kendinize çekip, bir saniyeliğine onun kahramanı olabilirsiniz. Onu, bunu, şunu, içinizden ne geliyorsa yapabilirsiniz fakat o denge bir kere bozulduysa olan biteni zamana bırakmayın. Olan biteni zamana bırakıp, ona da ayıp etmeyin. Hem zamana, hem ona.
Çünkü atacak diye beklediğimiz, birazcık daha kaysa her şey tam rayına oturacakmış gibi hissettiğimiz hayatın çarkına bir ilmek daha atmaktır zamana bırakmak. Zaman bugüne kadar herhangi bir şeyi çözmemiştir. Yahut benim 'çözmek' tanımıma hitap etmemiştir. Üzerini iyi kapatır, içinin şişkinliğini alır ama asla beklediğini gerçekleştirmez. Zamanın kendi iradesi vardır. Seninkisini umursamaz. Dünya üzerindeki her kavram gibi o da bencildir. Asla sencil olmaz. Olmasını istediğini, yolunu gözlediğini sana sunmaz. Onu, yokmuş gibi bitirir. Yeni bir seçenek sunar belki ama eskiye dönüp baktığın zaman, beklediğin şeyin ve zamanın boşluğunu ömrün boyunca suratına vurur. Zaman kopartır, bağlamaz. Zaman kapatır, unutturmaz. X gibi adamlar zaten asla unutmaz.
''Gördün mü, doğru olanı yapma konusunda kafa yorman gerekmiyor. Doğru şeyi yapıyorsan, zaten düşünmeden yaparsın.''
Zaman diyorduk. Dolaylı yoldan da düşünmek diyoruz. Düşünmek ikili ilişkilerin tıkanma noktasıdır. Herhangi bir şeyi düşünebilecek zamanınız oluyorsa, onu yaşamaktan sıkıldığınızın başlangıcına da tanık oluyorsunuz demektir. İnsanın yaptığı şeyler gün geliyor da hevesinin, isteğinin, algıların önüne geçemeyecek kadar ağır geliyorsa, diğer insanın da bu şekilde zamana hakaretler eden bir yazı yazmaktan başka seçeneği kalmadı demektir.
Her zaman ne diyorduk? Melahat diyorduk. Melahat'ı doğum yapan bir kadının yanına götürmek isterdim. Bir çocuğun memeye nasıl da biliyormuş gibi yapıştığını görsün isterdim. Yahut onu çocukluğuma götürmek isterdim. Hikayesinden bahsetmiştim, Maviş'in evden kaçtıktan sonra nasıl da kafesini tekrar tekrar bulabildiğini beraber izlemek isterdim. Çocukluğuma geri gitmişken bir süre orada kalmak isterdim. Asansörlere binmek isterdim tekrar. Asansörü kaplayan sacı babamın çalıştığı firmadan mı yoksa en büyük rakiplerinden mi almışlar diye merak ederdim belki yine. Bu çok büyük bir dertti benim için mesela. İnsanlara bunun hassasiyetini anlatamam. O yaşlardaki en büyük pişmanlığıma geri dönerdim. Babamın aldığı kaliteli tükenmez kalemi, okuldaki en popüler çocuklar uçlu kalem kullanıyor diye uçlu kalemle değiştirdiğim güne dönüp, o kişiye ''hayır'' diyebilirdim belki.
Yine de Melahat'ı tekrar görürdüm. Yine de güzeldi Melahat derdim. Yine de denerdim. Sana rağmen, kafandakilere rağmen, taksi durağına rağmen, pizzacıya rağmen, burgerciye rağmen, benim koca kafama rağmen güzeldi derdim. Yine de denerdim. Yine de oldururdum kafamda. Gece yatarken hele, kesin oldururdum. Bir hata yapıp yine askerlik yapacak olsam, nöbet kulübesinde acayip oldururdum. Çok afilli oldururdum, neler düşündüğümü anlatabilsem belki de beni kırmamak için sen de oldururdun.
Yine o yattığım koğuşta yatardım askerde. Yine çok bunalırdım. Yine her kalktığımda kafamı vururdum o demire. Yine de demirin hemen yanından çıkmış, kopuk süngeri sökerdim. O kumaşı düz bir hale getirirdim ve üzerine ''Umudunu kaybetme ulan!'' yazardım.
Yine de fayansa sıçan adamlara umut depolamanın verdiği ağırlığı ömrümce yaşardım.
Hayat bir çizgi işte. Sağdan, soldan, arkadan, ortadan gidebilirsin. O çizgide, aralıklarla bazı noktalar var. Diğerlerinden daha belirgin çizilmiş. Neresinden gidersen git takılmak zorundasın işte. Melahat var, Zamanın üzerini kapatıp yokmuş gibi yaptıkları var. Olmuşlardı. Noktalar sürekli oluyor. En son noktaya kadar ben de sağa sola savrulup duruyorum. Her gelen rüzgara eyvallah diyorum. Ben buyum. Bazıları da yerinde durmayı seviyor. Bazıları yaprak seviyor, bazıları rüzgar.
Ve sonuç olarak hakikaten hiçbir şey değişmiyor. Elime bir boya fırçası alıyorum, renksiz X'i renkli yapabilmek için uğraşıyorum. Anlatılacak, dinleyen bulunabilecek bir hikaye için. Sadece onun için. Bencilce. Düşünmeden. Doğru olduğuna inanarak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder