19 Nisan 2014 Cumartesi
Öykü
''İnsan psikolojisi ve düşüncelerini anlamlandırmaya çalışmaya gerek yok. Onların bir anlamı da yok zaten. Sen ne isen, için ne ise, bir şekilde tüm davranışlarının, tüm kararlarının ve bildiğin tüm gerçeklerin önüne geçebiliyor. Bu öyle lanet bir şey ki, kendin olmak. Bir gece ansızın yatarken yahut evvelki zamanın hala daha hoş eden bir anısıyla, tuvalette çamaşır sepetine gözün takılmış giderken, patronun ayıplamasın diye ceketinin cebine koyduğun derginin en sevdiğin sayfasını okurken, esaslı bir kahkahanın patlaması geçmiş de en keyifli yeri olan dibini henüz bitirmemişken içinde olan, sen olan, kendin birden çıkıp gelebilir. Sana sormaz. Sormasına da gerek olmaz. Hiç kimse de hiç kimseyi anlamaz. Hiç kimse, birisi bir şey söyledi diye kafasındaki doğruyu bırakmaz. Suçlu suçuna inanmaz. Hayatta bir tane doğru, hayatta bir tane gerçek, hayatta bir tane suç yoktur. Herkes doğru bildiğini yapar. Fikrinden geri dönenler yanlış olduğunu düşündüğü için değil, fikrinden geri döndüreni kendinin yanlış yaptığına kendini inandıracak kadar sevdiği için fikrinden geri dönerler sadece. İşte esaslı bir dönüş yalnız böyle gerçekleşir.'' dedi.
Yine paytak paytak yürüyorum yolda. Bir yazıda bahsetmiştim, bileğimde saat ya da herhangi bir şey olmazsa dengemi bulamayacakmışım gibi gelir hep. Yürürken, hafiften sallanıyormuşum gibi yürürüm. Dışarıdan muhakkak ki kötü gözüküyordur. Onun tedirginliği vardır her zaman yürürken. Bir de ortaokul son sınıftayken sırtıma vurup ''Doğru düzgün yürü evladım, boylu poslu çocuksun. Biraz ağırlığını görsünler.'' diyen belediye işçisinin omurga gelişimimdeki etkisinin de bunda payı vardır diye düşünüyorum. Bir şeyler yine bir şeyler doğurmuş kafamda. İpler yine serbest. Oradan oraya atlamak konusundaki hünerlerimi bir kez daha yalnızca kendime gösteriyorum. En sevdiğim banka oturmaya gelmişim, yağmur yağıyor. Tam o aralar hiç kimse benim istediğim şeyleri yapmamı istemiyor diye düşünüyorum. Sabah okuduğum şey geliyor aklıma. Kaygılar ve korkulardan bahsediyordu. Birisinin sizin kendinizde sorun olarak gördüğünüz bir şeyi yaşadığını bilmek sizi nasıl rahatlatırsa öyle rahatlıyorum düşündükçe.
Tüm bunlar olurken, bir yandan da Edip Cansever'e kızıyorum. Edip Cansever denizi sevmezmiş. Nasıl sevmez denizi? Ne demek denizi sevmezmiş ya? Mavi sevilmez mi Edip Abi diye yakasına yapışmak istiyorum. Ben yine de Edip Cansever'in denizi sevdiğine inanıyorum. Hayatımda son kez de olsa, birisinin yaptığı şeyi kendi iyiliğim için doğru olmasını düşündüğümle değiştiriyorum. Yine mi bencillik yapıyorum? Pek ilgilenmiyorum.
Anlaşılamama korkusunun sebebini merak ediyorum. Bunca kaygının, bunca korkunun kaynağına inmeye çalışıyorum. İnsanların genelinin hayatının kaygılar etrafında döndüğünü bilmenin haklı tedirginliğini yaşıyorum. Yanımdan bir sürü köpek geçiyor. Kuduz aşımın tarihinin beş yıl daha sürdüğünü bilmek mi beni rahat tutan yoksa gerçekten böyle rahat olduğum için mi bir şey yapmıyorlar merak etmiyorum. Bazen bazı şeyleri hiç merak etmiyorum. Mesela geleceği hiç merak etmiyorum. Geleceğini merak etmek hayata saygısızlıktır çünkü. Herhangi bir butik otelin önünden geçerken, kendi içimde kalmış o otele benzetiyorum onu. Kendi içimde kalmış bir sürü plana benzetiyorum. Hepsi kendi içimde kalmış. Bu kadar çok konuşup, bu kadar daha fazla konuşabilirmişim gibi hissetmeme hayret ediyorum. Sanki bir şey daha anlatsam kafamdaki her şeyi anlatabilecekmişim gibi hissediyorum. Yalnızca ufak bir şey ama onu ben de bilmiyorum. Acaba hep onu mu arıyorum?
Toplum içinde yabancı hissetmek gibi saçma bir ergen korkusu değil benimkisi. Yahut kendini toplumdan başka görme hissi hiç değil. Aksine kendimi çok fazla toplum gibi hissetmeye başladığıma korkuyorum. Herkesin kendi ekseni çapında bir derinliği vardır, biliyorum. Bunun en sadesini kullanmaya zorlarlar seni. Bunun en işe yarayanını kullandıkça ayak uydurursun tüm bu olan biten nedensiz şeylere. Nedensiz şeyler diyenlere kızıyorum yine de. Nedensiz şey diye bir şey yok. Ben inatla adını tedirgin sakinlik koyduğum ruh halini korumaya çalışıyorum. Ellerin kanayana kadar duvarları yumruklamak istediğin, kimsenin olup olmadığını düşünmeden evin balkonuna doğru tüm gücünle bağırmak istediğin anlarda sadece susup en sevdiğin boşluğa bakarsın ya, o demek işte tedirgin sakinlik. Ya da derin bir nefes çekersin. Kaderini sen çiziyorsun ya, oraya bağlayalım bunu da. Gecikmişiz her şeye. 'Bir yerde bu dünyanın çarkı bir tane fazla atacak ve biz her şeyin tam zamanında olacağız'ın hayalini kurmaktan ötürü gecikmişiz belki de.
''Gecikmemişiz diyemediğin için gecikmişiz belki de.'' diyorum. Cemal Süreya'dan da çok etkileniyorum.
''İçimizde bir yerlerde hep adını en güzel koyduğumuz şeyleri, beklediğimizi fark edemeden beklemeye devam edecek kadar gerizekalı olabildiğimiz için gecikiyoruz hala'' diye de ekliyorum. Bu benim kendi sözüm.
Zamana bırakıyorum her şeyi. Bırakmışım. Şu güne kadar hiçbir şeyi hak ettiği gibi çözemeyen zamanın eline kaldık yine diye üzülmeden bırakıyorum. Sonra her zaman beklenmedik şeyler yapıyorum. Beklenmedik şeyleri yapan taraf olmak yine her zaman zordur. Sabit kalarak hayatına devam edebilen insanlar saygı görmeli. Yüceltilmeliler. ''Bunu yapmayacağım'' dediğinde onu yapamayabilen insanlar, içini tutup kendine sokabilen insanlar ödüllendirilmeliler. Bir şeye dayanabilmek mi güçlü olmak yoksa dayanamayacağını bile bile denemek mi bilmiyorum. Zaten kimin umrunda güç falan? Asla yolumu tanımlar üzerinden çizmiyorum. Aslında hiçbirisi de umrumda değil. Sadece tanım yapmayı seviyorum. Yapamadıklarımı yazıyorum, yazamadıklarımı yaşıyorum.
''Geçen gün bir Ukraynalı'nın suratına yarım metre kadar yakından baktım. Nasıl da sakin gözüktüğünü gördüm. Acaba neler yaşadı bu, bu kadar basit olamaz bir insanın surat ifadesi diye düşündüm. Sen bunun ağırlığını taşıdın mı hiç?'' diyerek kesiyorum etrafımdaki sessizliği.
Çünkü her şey bu kadar basit değil. Maviler bu kadar basit değil. Kafanı kaldırmak, orada tutmaya çalışmak bu kadar basit değil. Hayat çok basit olabilir. Onun kendi bileceği iş. Onun kendi bileceği iş ama saygı da duymuyorum. Her şeye saygı duyarak ne kadar büyük bir basitliğe düştüğünüzü görmenizi istiyorum. Yaşamak, direnmek, sevmek, unutmak, alışmak, kaybetmek basit olabilir. Kazanmak da basit olabilir. Peki insanlara ne oluyor? Size bu kadar basit olmayı kim emrediyor? Ben yine de her şeye kafa tutmaya kendi umursamazlığım içinde devam edeceğim efendim. Sonuçta her insan en fazla bir öyküdür. Bunu bir gün anlatacakmış gibi yaşamak gerek. Bunu bir gün anlatabilecek gibi yaşamak gerek.
Anlatabilmiş gibi olduklarını da boş vermek gerek.
''Kendi öyküsünün dışında, başka ne için yaşıyor ki insan?'' diye düşünürken bir nefes çekiyorum, sonunu bir türlü huzurla bırakamıyorum. Sanırım ben tam olarak bunu arıyorum.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
4 yorum:
keşke ufak tefek olsam da hiç dikkat çekmeden yürüyüp gitsem diyor musun?Ben diyorum.
dikkat çekeceğin varsa çekiyorsun. bazı şeyler gerçekten elinde değil. bu konuda ne dediğimin önemi yok sanırım. bana kalsa durmadan yürüyeyim ölene kadar. çünkü ne zaman yürümeyi kestimse sonrası kötü oldu.
Yine geçişler ve hisler bilindik. Lakin, Edip'ten girip, Süreya'ya gelmen
-üstelik bir harfi eksikken hala(!)- Uyar'ı unutman ama. Maviyken hem de.
Tanrım. Deniz karşımdayken bir kadeh daha dolduracağım yazından sonra. Yenicilere, iki kere üstelik.
emilia,
hoşgeldin.
daima yeniciyiz efenim ama turgut uyar'ı unutmam mümkün mü? lafı geçememiştir.
afiyet olsun.
Yorum Gönder