4 Şubat 2014 Salı

Yerlere Bir Elmadır Elimden Düşer


''ben tekrar pencereye çıkınca
bütün kuşlar havaya gidiyor''

İnsanın kendi başına dolaşması, fener'in -bana özel şeyleri küçük harfle yazarım- kazandığı bir haftaya denk. Genel olarak, pencereden baktığım akşamlar dışarıya çıkarım. Hayatımın uzun bir dönemini şişko bir adam olarak geçirirken bile yürüme eylemine üşenmezdim. Hem yürürken daha çok umut edersin. Her özel noktanın sadece sana özel alt anlamları olur ve her geçtiğinde yeniden canlanır. Hem bunlar yer değiştirebilir, gömülebilir ve tekrardan inşa edilebilir. Beyin çok geniş, kafam çok büyük.

Aşağıya inmek için -biz pendik çarşısına ''aşağı'' deriz- iki tane yol vardır. Polislerin seyyar cafeleri haline getirdikleri ve sonu köşede taksi durağı barındıran garip yola çıkan taraf yahut köpekli evler ve dede bakkalın -Ki burada üç dede vardır. Birisi eceliyle, birisi de o dönemler çok şaşırmama yol açacak şekilde, müzik sesi açılarak ve susturucuyla öldürülmüştür. Üçüncü adam dede falan değil. Babamdan küçük. Yaşıyor.- bulunduğu yokuştan inip, sağa dönerek ve yine köşedeki garip taksi durağına ulaşarak giden yol. Bu arada taksi durağı bir senedir falan orada. Eskiden hastanenin yakınlarındaydı. Yanında kebap dükkanı vardı. Şimdiki yerinde çiçekçi var. Güzel detay.

Dede bakkalın yanında çok fazla özendiğim iki abi vardı. Sadece yabancı filmlerde bulacağınız evleri ve bahçelerinde yarım basketbol sahası vardı. Potaları okuldakiler gibi sert değildi, turuncuydu. Bir de fileleri demirdendi. Her gece teke tek maç yaparlardı. O dönemler benden iki yaş büyük bir abim olmasını isterdim. Sonra benden on iki yaş küçük kardeşim oldu. Babalarının kırmızı bir Toyota'sı vardı. Dünya üzerindeki en temiz arabaydı. Böyle adamlar yaşamak için dünyaya getirilmiş gibi gelirdi bana hep. Her şeyleri en iyisi. Çocukları maç yaparken hep gülerdi. Birisinin saçı uzundu. O aralar benim saçımı Murat Abi keserdi ve insan içine çıkmaya utanırdım.

Ben son aylarda polislerin seyyar cafelerinin oradan geçip gitmeyi tercih ediyorum. Durak oraya daha yakın diye değil. Bu sefer nedensizce dede bakkalın oradan geçiyorum. Televizyon tamircisi ve aşırı dindar abi bakkalla kavga halinde. ''Utanmıyor musun dini yanlış yansıtmaya?'' demek istiyorum ama diyemiyorum. Lise yıllarında bana sorduğu ''Karı kız durumları nasıl lan?'' sorusuna, ''Sanane ulan -esaslı bir küfür-'' şeklinde cevap verdiğim için konuşamadığımız arkadaşımın eski evinin yanından geçiyorum. Bir ara emo olmuştu, onu hatırlıyorum. Emolar genelde gelecekte çok düzgün insanlar oluyorlar. Dibi görüp tekrar yükselmek gibi bir şey herhalde. Annesinin bana ''oğlum siz yakın arkadaşsınız, niye öyle yapıyorsun?'' dediği aklıma geliyor. Aynı şekilde anneme küfür ettiği için -bana da etmiş olabilir. problem değil- göbeğinin tam ortasına tekme attığım ilkokul arkadaşımın annesinin de buna benzer bir şey dediğini hatırlıyorum. Böyle saçma şeyleri niye hatırlıyorum? Tabii bu arada ilkokuldaki halim ve ortaokul halimdeki bu inanılmaz farkı anlayamıyorum. Hele lise ve sonrasını hiç bilemiyorum. Hayatım sürekli heyecanlı ve sakin birisi olarak değişmekte. Uzun süredir sakin tarafında kaldığımı fark ediyorum.

Yolun taksi durağına çıktığından bahsetmiştim. Ben okuduğum şeyleri çok acayip şekilde hatırlarım ama şiir gibi olan şeyleri hiç hatırlamam. Hepsini tekrardan okuyunca, tekrardan anlamlandırırım. Bazen iyi bazen kötü. Bazen de unutmamış oluyorum. Mesela taksi durağına adım attığım anda kafamda;

'sen beni öpersen belki de aşkımız pratik karşılık bulur' beliriyor.
'sen beni öpersen belki de ben gansterleşirim. belki de şair olurum ve seni de aldırırım yanıma' da beliriyor. ''Ulan yavaş ol hayvan'' diyorum kendi kendime. Bu ne cüret?

Viyadükten geçerken orası adına yazdığım bir yazı geliyor aklıma. O dönemlerde kendimi beğeniyorum, ne yalan söyleyeyim. Viyadükten geçerken kendimi beğeniyorum. Çünkü o zaman garip yürümüyordum, dengeliydim. Çünkü o zaman aşağıya bakıyorduk. Çünkü o zaman boyum uzun idi diyorum kendi kendime. Kulaklığımı almadığım her gün kendi kendime bir şeyler diyorum. Kafam çok büyük ama olsun;

''çirkin olduğum için aynaya bakmazsam; güzelim''.

Aşağıda bir tam tur attıktan sonra -ve elbette dünyanın en iyi çiğ köftecisinin, içinde maydonoz yok, önünden geçtikten sonra- viyadüğün sağ tarafından yukarıya çıkıyorum. Mesela dengeli yürürken sol tarafından çıkıyordum. Buna kim karar veriyor? Ben. O yüzden de yine sağ taraftan çıkıyorum. Bir erkek yalnız yürürken paytak paytak yürüyormuş gibi geliyor bana. Belki de bana özeldir. Saat takmazsam da böyle geliyor. İki tane bomboş sallanan kol. Tabii ki dengesiz.

Tam viyadüğün bitişinde ''Benim kardeşime sarkmışsın -sarkmak ne demek lan?-'' diyerek -yüksek ihtimal canı çok sıkılmıştı- bana durduk yere sataşan çocuk geliyor aklıma. ''Gel lan bostana inelim, orada kapışalım'' deyip bostana indirmiştim çocuğu. Sonra da eve doğru koşmuştum. O yaştaki bir çocuk için güzel manevraymış. Sadece bu yüzden, benden adam olabilir. Bir de ''elbette ata binmek gibidir seni sevmek sevgilim'' dizesini bildiğim için.

İster istemez -illa ki ister- taksi durağından geçiyorum yine. Evimin yerini ben değil babam seçiyor. Ne yapabilirim?

''artık seni bir çiçeğin yerine kopartmak istiyorum sevgilim.
işte sahneden indim ve öpüyorum ağzından'' diyor yine hafızam. Tövbe estağfurullah. İyice içimizden geleni yapıyoruz bugünlerde diye düşünüyorum bu sefer de. Büyük terbiyesizlik yapıyoruz. Etikleri çiğniyoruz mazallah diyorum. Baya değişik hisler fark ediyorum kendimde. Fakat zamansızmış diyorlar. Öyle miymiş sahi? Kim karar veriyor? Bu sefer ben değil. Zamanı kim belirliyor? Ben her şeyin gerektiği zamanda olduğuna inanırım mesela. Diğer tarafta pozitif bir etki yaratsın diye yapmam bunu ama. Diğer taraf burada çift anlamlı oluyor bu arada. Hem kişi hem göreceğimiz yer. Babam şu satırları okusa benimle gurur duyardı diye düşünüyorum tam şu anda. Hala daha inanıyorum, cuma günleri biraz daha fazla.

Aradaki saçma tali yolu kullanarak -tali yol kelimesini ilk kez duyduğum ortaokul sınıfındaki konumumu da hatırlıyorum bu arada- dede bakkal yoluna sapmayı da ihmal etmiyorum. Kafam o gün ne kadar karışıkmış. İki kardeşi arıyor gözlerim. Pota yıkılmış. Berbat ve yeni bir çardak yapılmış yerine. Abilerin şu sıralar ne kadar mutsuz olduğunu düşünüyorum. Büyük olan kesin saçını bile kestirmiştir diyorum kendi kendime. Sakalım falan uzun bu arada, kendimi çok büyük bir şeymiş gibi hissediyorum. Abileri geçtim. Kırmızı Toyota gitmiş. Beyaz bir Toyota gelmiş yerine. Yeni model. Ve bahçeye park edilmiş. ''Orası abilerin yeriydi ulan'' diyesim geliyor. Tabii ki yine diyemiyorum. Zaten abileri yirmi dört yaşındalarmış gibi hatırlıyorum. Artık onlara abi falan demiyorum.

Bu eve son kez giriyorum. Babam taşınacağımızı söylüyor çünkü. Babaların sözü bugünlerde çok az dinleniyormuş. Bence sakıncası yok. O yokuştan bir daha çıkarsam yine,

''bak ben sana ay aldım al ay aldım bak ben sana'' demek istiyorum. İlerideki bir tarihte. Herhangi bir tarihte.

Kuvvetle muhtemel Sapanca'dan alınmış bir elma düşüyor yokuştan. Peşinde çocuk falan da yok.

''lülelitaşından gerdanlığa gücüm yetmemiş,
sana sapanca'dan bir sepet elma almışım'' mı desem diyorum kendi kendime, yoksa şey mi desem diyorum. Şey. Hiçbirisini kendi kendime demiyorum. Henüz aklım yerinde.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

dünyanın en iyi yazısı.

Eren dedi ki...

dünyanın en güzel adamısın hocam.