12 Şubat 2014 Çarşamba

küçük harf


bir şeyler okuduğum zaman, inanılmaz bir şekilde bir şeyler yazasım gelir. şükür etmek gerek sanırım, bu şeyi becerebildiğimi düşündüğüm için. düşündüğüm için diyorum çünkü okuduğum şey 'gerçek' üzerineydi. bir sürü şey yazmışlar, gereksiz. ben bir tek 'gerçek kendi gördüğündür' kısmını aldım ya da 'gerçek aynadır' kısmını. ne fark eder? ben becerebildiğimi düşünüyorsam bu benim için yeterli. içine atmayı hiç sevmeyen insanların içine attıklarını çıkartabilme yoludur yazmak, yahut küfür etmenin süslü ve beğenilen bir yolu da olabilir. yine, ne fark eder? 

'ne fark eder?' bugünlerde en çok düşündüğüm şey. bir güç beni 'her şey olacağına varır' fikrine inanmam için kuvvetli bir şekilde itiyor. fakat ben kaderci bir insan olmama rağmen hayatım boyunca buna göre yaşayamadım. çünkü söylemiştim size, din öğretmenim bana 'kaderinizi kendiniz çizersiniz' demişti. yahu, bu kadar büyük olduğuna inandığımız bir güç bizim elimiz kolumuz bağlı oturmamızı ister miydi ya resulullah? peki bunca ayrıntı neden var? ben bunca ayrıntıya takılamayacaksam neden varlar? ayrıntılara takılan insanları sevin. ayrıntılar hikayenin bütünü oluşturur ve hikayenin bütünü oluşabilmek için ayrıntılara mecburdur. herkes ayrıntılara mecburdur. hayatı perspektiften yaşayabilmek gerizekalı mühendislerin işidir. türkiye'de işler böyle yürüyor mesela. üniversitede de böyle yürüyordu. ayrıntıların hiçbir önemi yoktur. o yüzden de pek bir şey bilmeden mühendis olabilirsiniz. ben de buna güveniyorum sanırım. mesela bu şekilde konudan konuya atlama konusunda bir dünya markası olmamın da belli başlı sebepleri vardır ama onu da ben umursamıyorum. herkesin umursamama hakkı var elbet ama nerede kullanacağınızın da önemi var. yani diyorum ki; ayrıntıları sevin.

ayrıntıları sevin çünkü içini bilmediğiniz şeyler canınızı yakar. eğer ayrıntıları bilmezseniz kendi kafanızdaki ayrıntılara inanırsınız. misal, bu yazının başlığına bakacak bir adam bu yazının dil bilgisi içeren bir yazı olduğunu düşünebilir. başlıklara çok takılmasak keşke. çünkü diyorum ya, başlıklara takılırsak yazının içini biz oluşturmak zorunda kalıyoruz. böyle durumlarda da kafamızdaki gerçeğe inanıyoruz. ve bir insan kendi aynasına düşmüşse onu kurtarmak dünyanın imkansıza yakın tek işidir. lise sıralarına 'never say never' yazmış bir nesilden bahsediyoruz. aynalardan uzaklaşabilsek keşke. belki de bu yüzden okuldan mezun olmadan önce 'never say never kalıbının önüne birkaç never daha ekleyebildiğimizi gördük. 'never say never say never' her never anlamı değiştiriyor. yemin ediyorum resmen hayat gibi. bunu ilk gördüğümde çok şaşırmıştım. çünkü fark etmek uyanmaktır. 

uyanmak da dünyanın en zor işidir. maviye mi griye mi uyanacağını sen seçemezsin. yine de hayatında belirli bir denge kurmak senin elindedir. zaten kendimizi kandırmaya gerek yok, her zaman hayırlısı ne ise o olmuyor. çünkü acayip hayırsız işlere hayırlı demek benim içimden gelmiyor. olayın içinde bizim için bir hayır elbet vardır fakat hayır, ben bunu kabul edemiyorum. yani diyeceğim şu ki, durduğumuz yerde hayat bize hiçbir şey getirmiyor. zaman akıyor, zaman geçiyor, biz bir şeyler için çırpınıyoruz ve aslında bir şeyler için çırpınmaya başlamamızın asıl sebebi kendi kendine olgunlaşıyor. ama sen, onun olgunlaşması için bir şeyler yapmaya devam etmek zorundasın. ve sadece, illa ki sadece sonucu görebiliyorsun. peki bu işten ne anlamalıyız? ben de bilmiyorum lan. bildiğim tek şey, sürekli olarak bir şeyler yapmak zorunda olduğum hissi. sürekli olarak çırpınmak hissi. geçenlerde yazmıştım, okyanusun içindeki gövel bir ördek gibi. o an'a özel bir tanımlama değildi bu. genel hayat çizgimdi. beni havuza çıkartmak isteyen her türlü kötü ayrıntıdan kaçma isteğim de bu yüzdendir, belki de çok sevdiğim bir arkadaşımın bana 'insanın kaderi genel olarak belirli bir çizgide oluyor, spesifik şeyleri değiştiremiyorsun' demesindendir. ben buna da çok bozulmuştum. tabii ki söylemedim.

bir şeyler yapayım. kararlar alayım. sürekli bir şeyler yaparken kendimi kaybetmemeyi de başarabilsem keşke. dışarıdan bakabilme şansım olsa kendim olmadığımı rahatça görebileceğim şeyleri yaptıran garip şeyi çözebilsem keşke. geceleri de sabah düşünebildiğim kadar aristokrat havada gezinebilsem keşke. 'hmm hmm tabii, mantıklı' havam anında 'fakat o iş öyle olmuyor' tadına bürünmese keşke.

şu okuduğumu da hiç unutmasam keşke:

''kızgındım, hem de çok. sadece o'na değil her şeye, herkese kızgındım artık. galiba en çok da kendime. bir sürü karar aldım ve yavaşça hayata geçiriyorum bunları. bu kararların en önemlisi de şuydu: artık ne ailemin, ne çevremin, ne sevgilimin, ne de başka birinin ya da başka bir şeyin istediği gibi değil, kendi istediğim gibi bir ''erkek'' olacaktım. hatasıyla sevabıyla..''

yazdığıma göre, unutma şansım da kalmadı artık. bir de anımsadım tabii. ben de bir ara bayağı fazla karar aldım. ilk aldığımda hiç uygulayamayacağımı sandım. işte adam olamama korkusu da buralara dayanıyordu. sonra bir şeyler oldu ve kendime inandım. bir şeyler hep bir şeyler olsun diye oluyor demek ki. ve tıpkı böyle, yavaş yavaş yaptım. karakterime hiç uymayacak şekilde, yavaş yavaş yaptım. yine olsun, yine yaparım.

zaten yine karar aldım, kendime özel yazılarımı küçük harf ile yazacağım. ne fark eder?

Hiç yorum yok: