4 Ekim 2013 Cuma

Ah Ulan Maviş


İnsan hafızası biraz saçma. En azından benimki öyle. Herhangi bir tarih ya da numarayı aklımda tutamam. Herhangi birisinin doğum günü aklımda yok. Kimden ne zaman ayrıldım, hangi gün tekme yemiştim, ne zaman mezun olmuştum hatırlamam. Ezbere bildiğim numara sayısı 3, yazıyla üç. Okuduğum, yaşadığım ve duyduğum şeylerin ise çoğunluğunu unutamıyorum.  Buraya kadar yazdığım cümlelerin hiçbirisinde abartma unsuru yok. Ciddi şekilde yaşadığım anı hatırladığım zaman, üzerimde ne vardı, o an ne yapıyordum gibi şeylerin hepsi canlanır. Bana söylenen herhangi bir şey de aynı şekilde. Verdiğim, tutamadığım sözlerin hepsi aklımda. Avantaj mı yoksa dezavantaj mı bu yaşıma kadar karar veremedim. Bana getirdiği tek nokta, çok ufak şeylere bile anlam yükleyebilme yeteneğim oldu. Hatırlamaktan en şaşkınlık duyduğum anlar ise çocukluk anılarım olmuştur.

Çocukluğuma dair hatırladığım anların genelinde ise Maviş var. Hatırlamaya başladığım anılar Maviş'in herhangi bir gün evimize dahil olmasıyla başlamıyor. Üzerimde yeşil bir kazak varken hatırlamaya başlıyorum her şeyi. Lacivert kafesi içinde, mavi tüylü muhabbet kuşum Maviş. Maviş fena halde hayatıma benziyor. Çok paralel gidiyoruz. Ya da ben yine herhangi bir şeye anlam yüklüyorum. Maviş ilk geldiği anlarda benim için büyük bir korku unsurundan başka bir şey değildi. Kafesine parmağımı uzatıp uzatıp çeker, kendimce eğlenirdim. Canlıları uyuz etmeye o günlerde başladım. Öyle her şeyden korkan bir çocuk değildim ama korktuğum şeylerden de esaslı korkardım. Hakkını verirdim yani.  Maviş'e güvenmem uzun zaman aldı. Sonrasında ise beni öpmesine falan izin verir oldum. Bir kaç kez ısırmıştı, umursamadım. Zamanımın çoğu Maviş ile geçiyordu.

Gelir düzeyi düşük, tek eğlencesi binanın önünde bulunan garajın üzerinde sıcak ev ekmeği yemek olan bir mahallede büyüdüm ben. O ekmeğin içerisinde eritilen yağın tadını bir daha hiçbir şeyde alamadım. Bana ilk ve son kez orada Eren değil de Tolga denildi. Tam olarak dışarıya çıkıp, yaşıtlarımla oynamaya başladığım dönemler de o sıralara denk geliyor. Maviş'i biraz ihmal ettiğim dönemler. Genel olarak misket ve futboldan oluşan bir çocukluğum oldu. Bir gün her şey değiştiğinde oraya mavi bmx bisikletimi ekledim. O günden sonra neler olduğunu kontrol edemedim zaten. Her şey çok hızlıydı.

Maviş'in kayboluş hikayesi burada başlıyor. Zaman geçirme aralıklarımız çok değişken olmakla birlikte, Maviş artık bizim evin en önemli simgesi olmuştu. Bir sabah, hiçbir şey yokken kafesini açıp gitmesi salak hayatımda anlayamadığım ilk şey oldu. Babama ''Neden gitti?'' diye sorduğumu hatırlıyorum. ''Öyle olması gerekiyormuş'' tadında bir cevap aldım. Çok küçüktüm, çok üzüldüm. Bu denklem hep doğru orantılı olarak büyüdü.

''Ah ulan Maviş, çok alışmıştım''. 

Alışmak berbat bir şey çünkü güçsüzlüğün dünya üzerindeki en geniş tanımı alışmaktır. Ben dünyanın en çabuk alışan insanı oldum çıktım. Şimdilerde, ''Burçlara mı inanmaya başlasam?'' diyorum. Ne de olsa dalga geçtiğim her şeyi yapabildiğim bir dünyada yaşıyorum.

Şimdi oturup düşündüğümde, babamla hiçbir zaman aynı olamayacağımızı o gün anlayabilmeyi çok istediğimi fark ettim. Ben hep nedenleri arayan ve ancak bulamayacağına ikna olduğunda pes eden bir çocuk -ve sonrasında genç- oldum. O pes hep çok şiddetli oldu. Üzerimdeki tüm etkilerini yırtıp, atıp pes ettim. Her olay için geçerli bir şey bu. Pes etmelerim hep çok sesli olmuştur. Yakıp, yıkmak şeklinde. Babam ise tam aksine kafasını eğmeyi severdi. Hala daha da sever. Korkarım ki hiçbir zaman O'nun kadar ''inançlı'' olamayacağım.

Maviş'in gidişine tam anlamıyla alışamadan -veya pes edemeden- geri gelişine alışmak zorunda kaldım. Saçma sapan bir şekilde Maviş kafesine geri dönmüştü. Çok üzüldüğüm için hayal gördüğümü falan düşündüm ama evdeki sevinç ortamı da yalan olamazdı. Bu sefer de ''Nasıl geldi?'' diye sordum. ''Bilmiyorum oğlum. Ne güzel işte'' cevabını aldım. Çocukluğumun en büyük boşluğu; Maviş, böylece oluştu. Yokluğuna alışabileceğim bir şeyi sevebilmek hala daha saçma geliyor. Maviş'i eskisi kadar sevdim mi bilmiyorum ama ölüşüne, gidişi kadar üzülemediğimi itiraf etmem gerek. O iki senelik arada büyümüş olabilme olasılığım da var ama denklemin doğru olduğuna inanırım. Kesinlikle daha fazla üzülebilirdim.

Maviş'ten sonra mutlu günlerim oldu. Babamın eve beyaz renk bir Doğan ile geldiği günler. Annemin babamın şöförlüğüne güvenmediği, sürekli dalga geçtiği günler. ''Sen ne anlarsın araba sürmekten?'' derkenki söyleyiş tonunu bile hatırlıyorum. Her gün aynı korku, her gün aynı gülmeceler. Babamın bir şeyler yapabildiğini görmek her zaman için mutluluk vericiydi. Arabanın sahibi, müdürünü sırf bu yüzden sevebilirdim. Sonraları kendi arabalarımız da oldu ama yine o tadı alamadım. Annem, babamın araba kullanabildiğine ikna olmuştu çünkü.

Geçmişin pek puslu olmayan o senelerinden aklımda kalan en güzel anım Maviş değildi. Bir gün gri, kareli pijamalarım ve hiç değişmeyen baygın, kendinden emin gözlerimle uyandığımda malum gözleri gereğinden fazla açtığımı hatırlıyorum. Odanın ortasında sadece Almancı çocukların bindiği bisikletlerden birisi duruyordu. Mavi Bmx bisikletim. Çocukluğumun 'gerçek' kahramanı. Yokluğuna alışamadığım. Dolma tekerlim.

O yaşlarda bile sevincini ifade edebilen bir çocuk değildim. Yine de en çok o gün sevinmiştim. Bence çok abartılıydı, anneme sorsak hatırlamaz bile. Benim sevinmelerim bu kadardır zaten. Şaşırmak gibi bir özelliği yansıtamıyorum. Bir de insanların anlamasını bekliyorum. Babam o gün illa ki anlamıştır. Bisikleti merdivenlerden aşağıya indirirken arkasında sırıtarak inen dana boyutlarındaki erkek çocuk muhakkak ki mutluluk kaynağıdır.

Garajın yanındaki merdivenlerden inerken burnuma o harika koku geliyordu yine. Yeni kızarmış ev ekmeği. Bmx'ime rağmen aklım orada kalmıştı. -Belki de bu yüzden kendimi 'ruhu şişman' olarak adlandırıyorum.- Son basamağa gelmeye yakın Ayhan Abi'yi gördüm. O'nu çok severdim. Beş yaşlarındayken, -her zaman olduğu gibi insiyatif almaya erken başlamışken- elime meyve bıçağı alıp, iki parmağımın arasındaki o deriyi kestiğimde beni Ayhan Abi kurtarmıştı. O güne dair bir tek O'nu ve ağladığımı hatırlıyorum. Gerisi silinmiş. O yüzden Ayhan Abi'yi çok severdim. Bana karpuz sattığı dönemlerde verdiği bedava karpuzlarla bir alakası yok. Ayhan Abi'ye bazen çok üzülürdüm. Bunun da O'nun kanser olduğunu öğrendiğim günle ve hayatımda duyduğum ilk ölümcül hastalığa sahip olmasıyla da bir alakası yok. O'nun oğlunun benim ilk 'hırsızlık arkadaşım' olmasıyla hiç alakası yok. O'nun oğlu yüzünden babamın bana ilk ve tek kez tokat atmasıyla da hiç alakası yok. Ayhan Abi'nin ölmesiyle belki alakası vardır. Ne ile alakası olduğunu tam olarak bilmiyorum ama Ayhan Abi'ye çok üzülür ve severdim işte. Bu duyguların hepsini hatırlamak güzel. Bisiklete bindiğim ilk dakikayı hatırlamak güzel. Babamın yüzüne bakarak başardığım ilk şeyi hatırlamak çok güzel.

Sonrasında o bilmese de yardımcı tekerlerin birini çıkarttım. Derken, ikincisini de çıkarttım. Babama söylemediğim her şeyde olduğu gibi, o dönemlerde de kötü şeyler yaşadım. Bisiklet ile ilk ciddi ölüm tehlikemi atlattığım günlerden bahsediyorum. Bir süre alıştıktan sonra ise babama çift tekerli bisikleti denemeye başlamamız gerektiğini söyledim. Biraz karşı çıktıktan sonra kabul etti. Hala daha aynı şeyler oluyor. Babam ilk önce karşı çıkar, en fazla iki saat sonra kabul eder. Önceden yaptığım şeyi tekrar ettim ve babama başarabildiğimi gösterdim. Dünya üzerinde en sevdiğim duygu bu olabilir. Bir kaç tane daha var ama bilinmesi gereken bu.

''Ah ulan Maviş, insan alışıyor işte. Yokluğuna da alışıyor. Bu da bir tür alışmak. O yüzden alışmalar güçsüzlüktür, bazen de gücün kendisidir. Bu da seni ilgilendirmez.''


Mavi bisikletimi hala daha unutmadım. Hala daha bir yerlerden çıkar diye umuyorum. En sevdiğim renk mavi. Ben büyüdükten sonra hiç gerçek bir mavi bisikletim olmadı. Umudumun kaynağı belki de budur. Binemesem bile evin bodrumunda bir bisiklet bulunduruyorum. Bindiğim anlarda bana hala daha huzur veriyor ama maviye boyayamıyorum. Gelecek zamanlarda bir muhabbet kuşu almayı düşünüyorum. Mavi tüylü bir kuşun ismini Maviş koymamak istiyorum. Belki de çok sevilen ve klasik şeyleri bu yüzden sevemiyorum. Geleneksel bir 'içi' olan, gelenekleri hiç sevmeyen bir adam olmam -yine- belki de bu yüzden.

.
.
Diyorum ya; ''Ah ulan Maviş''.

--

yazıyı bir daha okursanız, bunu dinleyerek okuyun: http://www.youtube.com/watch?v=cIlWezHfMow

2 yorum:

Oxoskva dedi ki...

Aslında hiç konuşmasak hep yazarak iletişim kursak, kendimizi her zaman böyle ifade etsek çok daha güzel olacakmış gibi be ortak? Sanki bize -#akaa- yakışan, bizim üstümüze cuk diye oturan bu.

Nedense bu yazıyı okuduğumda ilk çağrışan şey bu oldu. Yazmışsın ama sanki karşımda bana anlatıyormuşsun gibi falan.

Muhabbet kuşları güzeldir.

Eren dedi ki...

ortak,

biz her zaman yazarsak, olduğumuz adam olabilmeye devam ederiz belki. öylesi daha güzel. yine de sana yüz yüze anlatmak en güzeli.

muhabbet kuşları illa ki güzeldir. en güzeli de mavi olanlarıdır.